Bir şarkı çalar,

Söylediği dili anlamazsın, ama hani anlatılan hikayeyi bilir gibi olursun dinledikçe;
özlemekten, ayrılıktan, sevgiden, aramaktan bahseder gibi gelir. Sakin ve derin bir acıdan bahseder gibi olursun. Bütün bunları hisseder gibi olursun, yaşarsın, hikayenin baş kahramanı olursun, kendinden bi’şeyler bulursun. Her ne kadar olmasa da.
Söyleyen kişinin sesindedir, çaldığı çalgıdadır ya bütün hissettikleri.
Öyle bişey işte buda;

En Kral Arkadaşım İsmail Abi

Kaynak:http://tinyurl.com/454gzrk

Sanki öğretmenim “en yakın arkadaşınızı tanıtın” demiş gibi bir kompozisyon ödevi yapacağım şimdi. Ama biz kendi aramızda “en yakın arkadaş” demeyiz, çünkü “yakın” vaat ettiği kadar samimi bir kelime değildir. Gerçekten samimiyet beslemediğimiz insanlar için, ayıp olmasın diye kullandığımız bir sıfattır. O yüzden en kral arkadaşımı tanıtacağım ben size…

Benim en kral arkadaşım İsmail Abi, ekranların en saçma, en absürt ama en gerçekçi dizisi Leyla ile Mecnun’un, kelimenin her türlü anlamıyla parlak karakterlerinden biri. Mananın genel olarak kabul gördüğü boyutta “işssiz”dir. Ama benim gözüm ile gönlüm arasında, benim hakimiyetimdeki bölgede, mana her türlü değişime açıktır ve İsmail Abi orada dünyanın en çok “işli” adamıdır. Girip çıktığı işin haddi hesabı yoktur… Çünkü o “tek başına”dır ve dünya kocaman bir “N’abıcan, ekmek parası”dır.

Tüm bu tali işler bir yana İsmail Abi’nin kim bilir kaç zamandır hiç aksatmadan yürüttüğü çok kutsal bir işi vardır. Öyle bir iştir ki bu, dünyadaki tüm insanları bir araya toplayıp mülakata soksanız, bu işi layıkıyla yapabilecek birini bulmakta zorlanabilirsiniz. Çünkü İsmail Abi’nin en önemli ve hiç aksatmadığı işi, umutla beklemektir. O sahilde durur ve bir gün mutlaka geleceğine inandığı gemiyi bekler. Başına ne gelirse gelsin, inancı sönmez, umudunu yitirmez. “O gemi bir gün mutlaka gelecek,” der, başka bir şey demez… Başka bir şey demez dedim diye ciddiye almayın… Çok şey söyler İsmail Abi. İnsanı güldüren şeyler. Onun yanında insan hiç sıkılmaz. Zamanın nasıl geçtiğini anlamaz… Ama en yürekten, en inanarak söylediği nedir derseniz, yukarıdaki cümledir.

Mahallede herkes öyle alışmış ki bu bekleyişe, kimse umursamıyor artık. Kimse farkında bile değil. Benim yaşım yetmiyor, mahalleye taşınalı henüz on beş on altı hafta kadar oldu. O yüzden nicedir bekliyor orada bilmiyorum. Mahalledekilerin tavırlarına bakılırsa uzun yıllar olmalı. Belki çocukluğundan beri diyeceğim ama çocukluğun insanın boyutlarıyla tanımlandığına inanmıyorum ve İsmail Abi’nin hâlâ çocukluğunun en güzel çağlarında olduğunu düşünüyorum, dolayısıyla o ifade uzunluğu anlatmakta yeterli olmayacak. Ben yine de “çocukluğundan beri” diyeyim, siz varın mananın genel kabulü boyutuna göre anlayın…

Şimdi soruyorum size, bu iş için mülakat açsanız kaç kişi geçer gerçekten? Kaç kişi hak eder İsmail Abi’nin yaptığı işi yapmayı? Kaç kişi bunca zaman bu kadar özenle koruyabilir ona emanet edilen umudu ve inancı?

İsmail Abi’nin bir diğer özelliği ise sürekli parlak kıyafetler giymesidir. Nereden bulur, nerede diktirir kimse bilmez. Ama hep parlaktır İsmail abi pavyon neonları gibi… Ama bazen ona baktığımda, o parlaklığının çok derin bir hüznün üstünü örttüğünü görür gibi oluyorum. O herkesin felekten bir gece çalmak için gittiği pavyonlarda nasıl ki çalınan geceler hep o parlaklığın içine mahkûm olanların hayatlarından çalınıyorsa ve o ışıklar, o insanların içlerindeki boşluğun karanlığını gizlemek içinse biraz da, İsmail Abi’nin parlak kıyafetleri de yalnızlığını ve hüznünü allayıp pulluyor bence. Hani bir yarayı makyajla kapamak gibi ya da… Ama adım gibi değil, İsmail Abi’nin o geminin geleceğine dair inancı kadar eminim İsmail Abi’nin hüznünden… Gözlerinden bir şilep gibi gelip geçiyor bazen…

“Çocuk” kelimesinin aynı zamanda “küçük”lüğü temsil ediyor olması saçma gelse de yine boyutsal bir karşılaştırma için kullanmak zorundayım bu temsili… En azındna kendi dilimi dünyaya kabul ettirene dek… İngilizce öğrenirken Türkçe karşılıkların verilmesi gibi… İsmail Abi çocuktur daha lakin kocamandır yüreği… Aslında bütün çocukların ki gibi… Çok sever arkadaşlarını, kardeşlerini… Onlar için her şeyi göze alabilir. Gün gelir, kardeşi bildiği Mecnun’un sevdiği kız iyileşsin diye dağlara vurur kendini eflatun mantar peşinde… Gün gelir, kurtarmak için bütün sevdiklerini, bir tek o dahil olmadığı halde olaya “Ben yaptım” der polislere. “Tek başıma yaptım. Tuttum, attım aşağı.” Kurtulsun diye sevdikleri… Çünkü yalnızdır İsmail Abi ve herkesin bir bekleyeni vardır… İsmail Abi nerde olsa bekler gemisini.

Ama en çok, “Kral çıplak” derken çocuktur İsmail Abi… Gördüğünü söyler çünkü. İnsanlığın o hep özlenen çocuksu saflığıdır aslında İsmail Abi. Tez elden sigortalanmalı, eşeysiz üreyip her eve dağıtılmalıdır… Bir gün çıplak kalırsa ruhumuz, ondan başka kimse söyleyemez çünkü bunu bize…

Bir de hani “Kral çıplak” dedin ya İsmail Abi, çıplak olan adam aslında kral mral değil, biliyorsun değil mi? “Kral” iyi bir şeyse yani, ancak sana yakışır o krallık tacı… En parlak taşlarla süslenen hani… Sen bizim en kral arkadaşımızsın be İsmail Abi!