Görsel algılama üzerine notlar

Göze gelen görüntülerin, daha önceden beyinde var olan bilgilerin ve o andaki durumun etkisi altında değerlendirilip görülmesidir.

Beynimize bir takım deneyimlerimizle, yaşantılarımızla, çevremizle olan kültürlenmemizle edindiğimiz, beynimizde oluşan şemalar ve dosyalar var. Bizler ise bu dosyalardaki bilgilere göre, gözümüze gelen görüntülere göre yorumluyoruz.

Örneğin, yılan korkusu olan bir insan, ormanlık alanda yerdeki bir ağaç dalını yılan zannetmesi.

İlizyonistler ve sihirbazlar özellikle bunu çok iyi kullanıyorlar. Bizim daha önceden var olan bilgilerimizi, beynimizin içindeki şemaları ve dosyaları farklı şekilde algılamamızı sağlıyorlar.

Görsel algılamalar arayüz tasarımında da çok önemlidir. Arayüzlerin bir çoğu  grafik tabanlı ve bu bağlamda insanların, bireylerin görme yetenekleri önemlidir. Mesela trafik ile ilgili bir arayüz tasarlıyorsanız, renk körü olan bireyleri düşünmeniz, işin içine katmanız gerekir.

Bütün psikolojik olaylar, koşulların elverdiği ölçüde tam ve basit olma eğilimindedir

Aslında her şey basit ve tam, biz biraz karmaşıklaştırıyoruz.

Sinema, reklamlar, propagandalar buralarda da yoğun olarak kullanılır. Hatta gözümüz saniyede 25 görüntüyü seçer. 25 görüntünün içine bilinçaltı reklamlar yerleştirilebilir.

Gestalt psikolojisi, bilişsel süreçler içerisinde özellikle “algı” ve “algısal örgütlenme” konularında yoğunlaşmış psikoloji teorisidir.

Gestalt psikolojisinin çalışma şekline göre arayüz tasarımında kullanımı;

1- Yakınlık

Kullanıcı belirli bir anda ancak ekranın bir bölümünü görebilir (odaklanabilir). Birbirine yakın olan nesneler aynı anda görülebilir. Uzak olanlar aynı anda görülemez. Birbirine yakın olan nesneler birbirine ait olarak algılanabilmektedir.

Mantıksal nesneler gruplar halinde dizilebilir.

Örnek: İsim ve adres girişinin aynı gruba dahil edilmesi.

Örnek: Grup elemanları aynı anda görülebilecek bir biçimde ekranda bulunmalıdır.

2- Benzerlik

Kullanıcı aynı renkte olan ya da aynı biçimde olan nesneler arasında mantıksal ilişki kurar ve/veya birbirine ait olduğunu düşünür.

Arayüzlerde kullanılan şekillerin renk ve biçim tasarımında ortak standartlar belirlenmeli.

Örnek: Aksiyon düğmeleri aynı boyda ve renkte yapılabilir. (oklar, play, stop, pause vb.)

3- Balans

Kullanıcı düşey ve yatay olarak simetrik düzenlenmiş ekranları daha çok tercih eder.

Pencereler öyle ayarlanmalıdır ki beyaz boşluklar eşit aralıklarla dağıtılmalıdır.

Örnek: Geniş boş alanlar genellikle nesnelerin belireceği boş yerler olarak yorumlanır.

4- Sıra

Kullanıcı genellikle pencereyi yukarıdan aşağı ve soldan sağa doğru tarar. (latin kökenli batı alfabe sistemlerinde)

Pencere içindeki nesnelerin sıralaması kullanıcıların ihtiyacı doğrultusunda doğal bir sıralama ile gerçekleştirilmelidir.

5- Hareket

İnsan gözü hareket eden ya da renk ve biçim değiştiren nesnelere daha çok duyarlıdır. Bu tipte nesneler daha dikkat çekicidir.

Şekil, renk ya da yer değiştirme kullanılarak kullanıcının dikkati bazı nesnelere çekilebilir. Ya da ekrandaki kullanıcının o anda bakmadığı bir bölgeye bakması sağlanabilir.

İsmail Neler Yapıyor ve Müspet Bir İş

Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı kitaptan bir kısım.

– Bana müspet bir işimiz yok gibi geliyor…

– Müspet bir işten kastın nedir? Herkesin inandığı aklın bir lahzada kavradığı değil mi? Mesela hammallık! Eşya var, bir yerden bir yere gidecek, götürülecek.

– Sade bu kadar mı?

– Ama sizin aklınızla, yani mantığınızla hepsine itiraz edilebilir! On dakika, hatta beş dakika, üc dakika üzerinde düşünmek her işi gülünç yapabilir. Her hangi bir şeyi mantığın dışına çıkarmamız için ona biraz dikkat etmemiz kafidir.

Dostum, işler bizden sonra dünyaya gelmişlerdir. İşleri onları görecek adamlar icat eder. Biz de bunu icat ettik. Bunu bizden evvel kimsenin düşünmemesi veya başka şekilde düşünmüş olması müspet olmasına mani midir, sanıyorsunuz? Biz bir iş yapıyoruz, hem mühim bir iş…

Benzer işleri yaptığımız arkadaşlar ile kendi aramızda çay, kahve sohbetlerinde konuşurduk hep. Herhalde bizim yaptığımız işi koli taşımak gibi bir şey zannediyorlar. “10 koli var, 1 dakikada taşısa 10 dakikada biter bu iş.” gibi zannetiklerini düşünüyorduk. Hepimiz benzer açılardan bakıyorduk ve neden 10 birim işin, 10 birim zaman sürmeyeceğini üstümüze, iş verenimize veya farklı birimlerde çalışan kişilere açıklamaya çalışıyorduk her defasında.

Yukarıdaki kısımı okuyunca farklı bir bakış açısı yakaladım. Banada müspet gelmeyen işler vardı ve o işlerin nasıl işlediği, nasıl yapıldığı konusunda fikrim olmayan işlerdi bunlar.  Sanırım önce nasıl bir iş yaptığımızı açıklamamız gerekiyor insanlara.


Neler yapıyorum?

İş konusu açılmışken, en son Interacthings’e işe başlamadan önce içerik yazmıştım buraya. Çevremdeki kişiler ara sıra soruyor “Neler yapıyorsun, ne var ne yok?” gibisinden. Interacthings’de 3 ay kadar çalıştıktan sonra, Eskişehire’e taşındım. Günde 3 saate yakın yolda geçiyordu. Bir yandan okul vardı ve bu tempoyla okulu hiç götüremem düşüncesi, bazı özel durumlar ve Amerika’ya gitme durumum vardı, sonrasında kesinleşti, haziran gibi gitmeyi planlıyorum. İstanbul güzeldi fakat yeni bir işe girip o karmaşaya, koşuşturmaya biraz ara vermek istedim.

ismailkose_me
Bu haftasonu İstanbul’dan Eskişehir’e taşınıyorum. Eskişehir’de olan geliştirici tasarımcı arkadaşlar tanışalım, toplaşalım.
12.09.2014 14:51
ismailkose_me
@ismailkose_me belli bir süre freelance devam edeceğim, okula odaklanacağım. Istanbulu şimdiden özledm, metrbüs ve trafiği hatırlayınca gçti
12.09.2014 14:55
ismailkose_me
@ismailkose_me okuyamadığım kitaplar, geçemediğim dersler, bitiremediğim projeler, yapamadığım spor, oynamadığım oyunlar düşünsün şimdi.
12.09.2014 15:15

Gerçi ne çok fazla kitap okuyabildim ne de düzenli spor yapıyorum. Spor için hala geç değil. 2 hafta sonra başlama kararı aldım, bu sefer kesin.

Şu an ise tek tük freelance iş geliyor onlarla uğraşıyorum ve Eskişehir’de tanıştığım bir yazılımcı ile beraber bir oyun geliştiriyoruz. (ilk oyunu yayınlandık bu arada. Colorful Shapes)

Dribbble profilimde Sketch App için ücretsiz bir şeyler yaptım.

Blog’unda temasını değiştirdim yakın zamanda ince ayarlar yapmayı planlıyorum.

Mücadeleye devam, sağlıcakla.

ismailkose_me
-Vizeniz onaylandı, tamam. -Şimdi ne yapmam gerekiyor? -Tebrikler, her şey tamam. Gidebilirsinz. -Bu kadar mı? Gidiyorm o zamn. -iyi şanslr.
7.01.2015 22:22

İçim sımsıcak. İçim kıpır kıpır.

Şimdi artık yazabilirim. Çünkü nasıl yazacağımı, hangi biçimde yazacağımı, şimdiye kadar Osmanlı alimleri ve edipleri hiç kullanmamış olsa da hangi şekli tutturacağımı biliyorum. İçim sımsıcak. İçim kıpır kıpır. İçim lale tarlası. İçim Fasl-ı gül. Bu defa, kağıdın üzerine düşmeden donuveren damlacıklara dönmeden içim, yazabileceğim.

Diyordu Nazan Bekiroğlu, “Nun Masalları” adlı kitabın “Hat ve Rasat” adlı hikayesinde.

Farklı işler yapsakta, buluşsal bir işe başlamadan önce bazen farklı hislere kapılabiliyoruz. Sanırım bu hisler yukarıda yazanlardan daha iyi tarif edilemezdi. En azından benim için, yazmak yerine tasarımlamak konulduğunda çok yabancı gelmiyor. Tamam, lale tarlaları olmayabilir içimde ama olsa güzel olurdu.

Önümüzdeki ay Interacthings‘in çekirdek kadrosunda tasarımcı olarak yer alacağım. Adem sağolsun, içim sımsıcak, içim kıpır kıpır.

TEKRAR ET-mek

Bu yazının içeriği “Basitlik Kanunları” adlı kitaptan alıntıdır. Her ne kadar alıntı yapmak istemesemde, yazmadan duramadım. Kitabı tekrar karıştırdıkça bazı şeyleri ilk okuduğumda kaçırdığımı, dikkat etmediğimi fark ettim. Buyurun devam edin;

Birkaç yıl önce, İsviçreli tipografik tasarım ustası Wolfgang Weingart’ı, Maine’de, o zaman düzenli olarak açtığı yaz okulunda bir ders vermek için ziyaret ettim. Weingart’ın her yıl tamamen aynı giriş dersini verebilme yeteneğine hayret ettim.

“Sıkılmıyor mu?” dedim kendi kendime. Bana göre aynı şeyi tekrar tekrar söylemenin bir anlamı yoktu ve açık konuşmak gerekirse usta biraz gözümden düşmüştü. Ancak sanırım üçüncü ziyaretimde farkına vardım ki, her ne kadar Weingart hep aynı şeyi söylese de, onu her seferinde daha basit şekilde söylüyordu. Temelin temeline odaklanarak, bildiği her şeyi, iletmek istediği şeyin yoğunlaşmış özüne indirebiliyordu. Sergilediği bu benzersiz örnek, öğretme heycanımı yeniden ateşledi.

Kendinizi TEKRAR ET-mek huzursuz edici olabilir, özellikle de ne yaptığını bilen biriyseniz-ki hemen herkes öyledir. Ama utanmaya gerek yok, çünkü tekrar işe yarıyor ve Amerikan Başkanı ve diğer liderler de dahil olmak üzere bunu herkes yapıyor. Slate.com’un, George W. Bush’un 2004’te yeniden seçilmesine ilişkin yazısının başlığının da desteklediği gibi, basitlik ve tekrar birbiriyle ilişkili: “Basitlik, basitlik, basitlik.” Seçim kampayasında Bush terörizm ve Irak hakkında aynı basit mesajı tekrar tekrar verdi.

Sanatçı Mike Nourse “Terör, Irak, Silahlar” başlıklı 2004 yılı video çalışmasında bu noktaya parmak bastı.

Nourse Irak’a saldırının arifesinde Bush’un televizyondaki konuşmasıyla işe başlıyor ve yoğun olarak tekrarlanan üç sözcüğün geçtiği bütün bölümleri çıkarıyor: “terör”, “kitle imha silahları” ve “Irak”. Nourse sadece bu kısımları bir araya getirdiğinde ortaya çıkan video, konuşmanın yüzde onunu oluşturuyor. Akabinde Amerika’nın Irak’la savaşa girmesine şaşmamak gerek; bunun temelinde yatan, pek çok Amerikalı’da, Irak’ın Amerika’ya karşı terör faaliyetlerinde kullanacağı kitle imha silahlarına sahip olduğu algısının yerleşmiş olmasıydı. O zamanlar ben de pek çokları gibi kesinlikle ikna olmuş ve korkmuştum, ama nedeninden emin değildim. Şimdi biliyorum. Tekrar işe yarıyor.

Türkiye’de dijital yayıncılık üzerine tespitler

Tek tek re-tweet edip takipçilere işkence çektirmemek için, şunlar şöyle bir kenarda dursun;

Okumaya devam et

Kalp Hastalığı

Meyer Friedman. Adını büyük olasılıkla hiç duymadınız ama hiç de yabancınız olmadığını göreceksiniz birazdan. Doksan yaşındayken 2001 yılında vefat eden Friedman, uzun seneler San Francisco’daki muayenehanesinde sayısız hasta bakmış bir kalp doktoruydu. 1950’lerin sonlarında o ve meslektaşı Ray Rosenman, kalp hastalığı olan hastalarındaki benzer yönleri fark etmeye başladı. Kalp hastası olmalarının nedeni sadece yedikleri veya genleri deildi. Nasıl bir hayat sürdükleriyle de ilgiliydi hastalıkları. Friedman, bu hastalar üzerinde yaptığı gözlemleri şöyle yazıyordu;

Hastalarda, aşırı bir rekabet güdüsü, saldırganlık, sabırsızlık, acelecilik gibi karmaşık kişilik özellikleri var. Bu özellikleri sergileyen kişiler, kendileriyle, başkalarıyla, şartlarla, zamanla ve bazen de hayatın kendisiyle sürekli, bitmek tükenmek bilmeyen, çok zaman da sonuçsuz kalan bir mücadele içinde gibi görünüyorlar.*

Bu kişilerde kalp hastalığı görülme ihtimali, benzer özelliklere, egzersiz ve yeme alışkanlıklarına, aile geçmişlerine sahip diğer kişilere göre daha yüksekti.

* : Meyer Friedman ve Ray H. Rosenman, Type A Behavior and Your Heart (New York: Alfred A. Knopf, 1974), 4.
Bu yazı Daniel H. Pink’in Drive adlı kitabından bir alıntıdır.

Mark Porter: Artı 1T Tasarım Günleri

Not: Türkçe tercüme 2:30 dan sonra başlıyor. For English press 9.

+1T Tasarım Günlerinde heyecanla beklediğim, benim için en önemli oturumdu. Tek endişem bir önceki tasarım günlerinde de Mark Porter’ı dinlemiş olmam ve aynı şeylerden bahsedeceğini düşünmemdi. İlk başlarda eski sunumuyla benzerlikler vardı fakat sunumun ortalarına doğru, bir önceki sunumu ile şimdiki sunumun farklılıklarından bahsettiğinde ve ilerleyen kısımlarda ulaşması kolay olmayan değerli bilgilerden bahsedince, tüm beklentilerimi karşıladı. (Kendisine katılmadığım bi’ iki nokta vardı ama ne haddime.)

Yayıncılık tasarımı ve dijital yayıncılık tasarımının ucundan bile tuttuysanız, izlemeniz gereken bir sunum. Ayrıca basılı kopya, dijital kopya, mobil kullanım ve sosyal medya ile ilgili güzel tespitler ve bilgiler de mevcut.

Mark Porter kimdir?

Mark Porter
Mark Porter

Mark Porter, dünyanın önde gelen editoryal sanat yönetmenlerinden biridir. Londra’daki ofisinde uluslararası projelere dair geniş bir yelpazede tasarımlar gerçekleştirmektedir. Bunlar arasında, gazeteler, dergiler, web siteleri ve mobil uygulamalar yer alıyor.

Mark Porter, İskoçya’da doğdu. Yüksek öğrenimini Oxford Üniversitesi’nde dil üzerine yaptı.Yayıncılığa geçmeden önce Londra ve New York’un önde gelen sanat yönetmenleriyle çalıştı. 2005 yılında Kreatif Direktör olarak The Guardian Gazetesi’nin berliner formatına geçişinde tasarım ekibini yönetti. Büyük bir başarı elde eden gazetenin yeni tasarımı, çağdaş gazete tasarımında bir kilometre taşı olarak kabul edildi. Ardından tasarlanan internet sitesi ve mobil uygulamalar da aynı başarıyı gösterdi ve birçok kuruluş tarafından ödüllendirildi.
Yıllar boyu tasarım çevreleri tarafından büyük beğeniyle karşılanmış pek çok tasarım gerçekleştirdi. Bunlar arasında Wired (İngiltere), Colors (İtalya), Publico (Portekiz), Courrier International (Fransa), NZZ am Sonntag (İsviçre), Het Fianancieele Dagblad (Hollanda) ve Svenska Dagbladet (İsveç) sayılabilir.

Tasarım ekibinin yardımıyla dünyanın belli başlı tasarım ödüllerini kazandı. Bunlardan bazılar şöyle: SND, En İyi Tasarlanmış Gazete Ödülü, SPD’den Altın Madalya, D&AD Siyah Kalem Ödülü.

http://www.markporter.com/

https://twitter.com/IamMarkPorter

Dieter Rams’dan iyi tasarım için 10 ilke.

dieter-rams

İyi tasarım yaratıcıdır.
İyi tasarım ürünü kullanışlı yapar.
İyi tasarım estetiktir.
İyi tasarım ürünü anlamamıza yardımcı olur.
İyi tasarım fazla öne çıkmaz.
İyi tasarım dürüsttür.
İyi tasarım dayanıklıdır.
İyi tasarım son detayına kadar uyumludur.
İyi tasarım çevrecidir.
İyi tasarım mümkün olduğunca az tasarımdır.

Dieter Rams, elektronik ev aletleri üreticisi Braun’un ürün tasarımcısıdır. 1955 yılında mimar olarak çalışmaya başladığı Braun’da 1961 yılında ürün tasarımı bölümünün başına geçmiştir. Rams 1950’lerde Almanya’daki işlevsel tasarım anlayışının kilit isimlerinden biri olmuştur. Tasarladığı ürünlerin temiz, basit ve akılcı oluşu bu anlayışın ispatıdır.

Ne zamandır, burada yeni şeyler söylemiyordum. Userspots‘un Temmuz Kullanılabilirlik Bülteni‘nden esinlenip, bari kendime not alayım kayıtlı dursun, daha önceden haberdar olmayan kişilerde belki haberdar olur dedim.

Okunaklılık ve Okunabilirlik

Yazı karakterleri için hazırlanan gelmiş geçmiş en ünlü ilan 1932 yılında, Eric Gill‘in bir arkadaşı (ve bazen sevgilisi) olan Beatrice Warde adlı bir kadın tarafından yazılmıştı; Warde 1920 ve 30’larda Monotype Corporation’ın yüzü ve sesi olmuştu.

Warde’un 1923 yılındaki bir parti sırasında çekilmiş anlamlı bir fotoğrafı var. Kasvetli takım elbiselerini giymiş, hepsi de kendilerinden -haklı olarak- gurur duyar gibi görünen otuz yazı insanı kuşatmış çevresini: Bu adamlar Amerika’nn harf dökümhanelerinin yönetimindeydiler ve Amerikan harflerinin görünümünden hep birlikte onlar sorumluydular. Ama hiçbiri Warde kadar kendinden emin görünmüyor, elbise giymiş, alaycı bir gülümsemeyle, ellerini kucağına koyup oturmuş olan tek kişi o, işlerin idaresinin onda olduğundan fazlasıyla emin. Daha yirmilerindeydi ama aşırı meşgul bir kadındı, sadece önemli grafik tasarımı dergisi The Fleuron’da yazı karakterleri hakkında uzun metinler yazmakla kalmıyor, aynı zamanda sarsıcı manifestolar yaratıyordu (genellikle Paul Beaujon takma adıyla yapıyordu bunu, çünkü tipografi topluluğunun bir kadının söylediklerine pek ilgi göstermeyeceğini düşünüyordu).

7 Ekim 1930 günü Beatrice Warde, Londra’da hemen Fleet Caddesi’nin arkasındaki St Bride Enstitüsü’ndeki İngiliz Tipograflar Loncası’nda bir konuşma yaptı. Warde bir Amerikalıydı ve iletişim dilinde ustaydı. Surrey’de, dizgi makineleri ve yazı karakterleri üreten öncü şirketlerden bri olan Monotype Corporation’da halkla ilişkiler yöneticisi olarak kendisine en uygun işi bulmuştu. En büyük başarısı esin kaynağı olmak, müşterilerine -matbaacı ve tasarımcılara- yaptıklarının sorumluluklarını ve ihtişamını hatırlatarak cesaret vermekti. “Benim asıl başarılı olduğum şey,” diyordu 1969’da ölmeden kısa bir süre önce, “bir topluluğun karşısına hiç hazırlanmadan çıkmak, sonra 50 dakika boyunca onları oldukları yere çivilemekti.”

Neden bu kadar kesin konuşuyordu? Çünkü kendi öğretisine, biraz deli gömleğine benzeyen o öğretiye sarsılmaz bir inancı vardı. Tersini söyleyerek övünse de, İngiliz tipograflarına yaptığı konuşmanın bir sürü hazırlık aşamasından geçtiği kesindi, başlığından bile belliydi bu: “Kristal Kupa, ya da Baskı Görünmez Olmalı.”

Beatrice Warde Printing Office
Sağlam kafalı bir kadından sağlam sözler (Albertus’la yazılmış). Ülkenin hemen her matbaasında Warde’un bu el ilanı bulunurdu.

Onun yalın ve sağlam kuramına göre en iyi yazı karakterleri sadece bir fikri iletmek üzere var olurdu. Farkedilmesi gerekmiyordu, beğenilmesi hiç gerekmiyordu. Bir okur bir sayfanın üzerindeki bir yazı karakterinin ya da mizanpajının farkına ne kadar varıyorsa, tipografi de o kadar kötü demekti. Onun şarap benzetmesi hoş ve olgundu, belki artık çok bayatlamış gibi gelebilir: kadeh ne kadar temiz ve saydam olursa, içeriği o kadar takdir edilir; bol çizgili E’nin bir kale kapısına benzediği o eski gotik yazı, yani gösterişli ve içini göstermeyen altın kadeh ona göre değildi.

Ayrıca okunaklılığı okunabilirlikten ayırt ederek önemli bir noktanın altını çizmişti. Daha büyük olan bir yazı karakteri ille de daha okunabilir olmaz, ama bir göz doktorunun sandalyesinde bakıldığında daha okunaklı olabilir. Bağıran konuşmacı daha çok işitilebilir: “Ama iyi bir konuşma sesi, ses olarak algılanmayan bir sestir. Bir kürsüden gelen bir sesin iniş çıkışlarını ve konuşma ritimlerini dinlemeye başladığınız an uyuyakalmak üzere olduğunuzu çok iyi bilirsiniz.”

Baskı da öyledir. “En önemli şey,” diyordu Warde, “onun düşünce, fikir ve görüntüleri bir akıldan başka akıllara aktarmasıdır. Tipografi biliminin bir ön kapısı varsa, budur işte.”

Bir kitapta tipografın yaptığı işin bir odanın içindek, okurla “yazarın sözcüklerinden oluşan manzara” arasında bir pencere açmak olduğunu söylüyordu. “Tipografın yaptığı pencere çok güzel bir vitrayla süslenmiş olabilir, ama pencere olarak işe yaramaz; yani seyredilecek türden, gotik metin gibi zenginliğiyle göz kamaştırıp seyredilen, ama ötesini göstermeyen bir yazı kullanılabilir. Ya da benim saydam ya da görünmez tipografi dediğim şeyle çalışabilir. Evde bir kitabım var, tipografisi gelmiyor gözümün önüne; onu düşündüğüm zaman gözlerimin önüne sadece Paris sokaklarında dolanan Üç Silahşörler ve arkadaşları geliyor.”

Alkışlar arasında yerine dönen Warde’un sözlerini tereddütsüz kabul edebiliriz. Kümse  okuması güç olan ya da gözü rahatsız eden bir kitap istemez. Ama onun seksen yaşına varmış bakış açısı artık sınırlayıcı görünüyor, kuramları da gösterişli olanı engellerken ilginç ya da deneysel olanı cesaretlendirmiyor. Warde yeni sanat hareketlerinin geleneksel tipografi değerleri üzerindeki etkilerinden ürkmüş olabilir; eğer böyle olduysa, bu bir tür ksenofobi sayılır. Yazı karakterinin kendisinin de bir mesaj olabileceği fikrini reddetmek (onun heycanlı ve çekici olabileceğini reddetmek) heyecanı ve ilerlemeyi boğmak demektir. Warde’un bu katı görüşü çoktandır terk edilmiş durumda ve artık bir yazı karakteri seçer ya da beğenirken en önemli sorular şunlar oldular: Ona biçilen role uyuyor mu? Mesajını aktarabiliyor mu? Dünyanın güzelliğine bir şey katıyor mu?

Tam Benim Tipim” Adlı kitaptan alıntı. Tipografiye biraz ilginiz varsa muhakkak okumalısınız.
 
Burda yazanların bir kısmı web için geçerli olsa da ağırlıklı olarak baskı, grafik tasarım üzerineydi peki web sitelerini nasıl daha okunaklı/okunabilir yapabiliriz? Genel şeylerin dışında uzun bir yazı konusu ama sizin kısaca fikirleriniz, çalışmalarınız varsa kısaca yorum kısmından veya Twitter üzerinden muhakkak öğrenmek isterim. 
Web Tipografisi üzerine 2 araç ;
Typecast: Ücretli bir servis, deneme sürümü ile kısa bir süre kullanabilirsiniz.
Golden Ratio Typography Calculator